Friday, December 23, 2005

Günlerden bir gün

Günlerden bir gün, Çok zengin bir baba, ailesi ve oğlunu bir köye götürür..

Bu yolculuğun tek amacı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini çocuğa göstermektir. Bu nedenle en fakir ailelerden birine konukoldular.

Yolculuk dönüşü baba oğluna sordu;
'İnsanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?'
- Evet.
- Ne öğrendin peki?
- Bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört.
- Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var,onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. - Bizim bahçemizde ithal lambalar var,onlarınsa yıldızları.
- Bizim görüş alanımız ön avluya,onların ufka kadar.

Ve Oğlu ekledi, 'Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için teşekkürler baba.'

Tuesday, September 13, 2005

GENİŞ DÜŞÜN, DAR BAŞLA, ÇABUK BİTİR!

Kişisel Gelişim Uzmanı Mümin Sekban''la yurtdışında olduğu için, uzun zamandır görüşemiyorduk...

''Kişisel Ataleti Yenmek'' başlıklı kitabını resmen sakız ettim yıllar içinde... Çünkü görünen oydu ki, bizler yapmak istediklerimizi sadece hayalimizde canlandırıyor ama bir türlü eyleme geçemiyorduk. Bu tablo toplumun genelinde hüküm sürünce de, başarısızlıkların, mutsuzlukların, hayal kırıklıklarının ardı arkası kesilmiyordu haliyle.

Mümin Bey, yeni hazırladığı kitapta, yine bu konuya değinip; ilginç bir örneklemeyle çıkmış yola; ''Kısa boylu ve zayıf bir genç yanında duran uzun boylu ve iri yapılı kuzenine dönerek, ''ben senin yerinde olsam, dünya ağırsiklet boks şampiyonu olurdum'' deyince, kuzeni dönüp şu cevabı vermiş: ''Seni dünya hafif siklet boks şampiyonu olmaktan alıkoyan ne?''

Çoğumuzun durumu bu küçük hikayedekinden farksız... Elimizden gelenin en iyisini yapmak yerine, ''Başkalarının yerinde olsaydık ne yapardık?'' a odaklanıyoruz niyeyse?

Durum vahim.

Bu eylemsizlik halinin, hedef seçmemek hayatı planlamamakla öyle güçlü bir göbek bağı var ki, şaşırırsınız...

Hoş, hedef koyma konusunda elimize kimseler su dökemez de, iş hedeflere ulaşmak için çaba göstermeye gelince, durum vahim.Herkes, yapması ve yapmaması gerekenleri sular seller gibi bilse de, iş harekete gelince, ayağımıza bir prangadır bağlanıyor işte...

Sahi bizi durduran ne o zaman? Bal gibi atalet işte... Yani eylemsizlik hali... Kişisel Gelişim Terminolojisinde ''amaca yönelik eyleme geçmeme'' olarak tanımlanıyor bu durum. Peki atalet içindeki insanlar nasıl tanınır:-Genellikle yavaş hareket ederler.

Tembellik, yılgınlık, miskinlik, üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi hareket etmek, yumurta kapıya dayanmadan harekete geçmemek, bezginlik karakteristik özellikleridir.


-Görev yaparken sık sık işleri erteleyip, mazeret beyan ederler.
-Hayata bakışları sitemkar, umursamaz, kötümser, eleştirel ve kaygılıdır. Bu nedenle de yaşama sevinçleri ve hayat enerjileri çok düşüktür.
-Onlara seslendiğinizde, genelde başlarını değil, kaşlarını kaldırarak size bakarlar.

Kaderimin oyunuTürkiye''deki en yaygın kişisel atalet örnekleri bir anketle belirlenmiş... Buna göre; yabancı dil öğrenmemek, kitap okumamak, sigarayı bırakmamak, düzenli spor yapmamak, ailesine ve çocuklarına yeterince zaman ayırmamak, deprem önlemleri almamak, aşırı düzeyde ekran bağımlısı olmak, tasarruf yapmamak veya çok israf yapmak, fazla kilolardan kurtulmamak ilk sıralarda...

İyi de her bir şeyi bilip de, harekete geçememenin altında ne yatıyor derseniz?

-Hedef yokluğu-İç disiplin eksikliği ki, (iradesizlik olarak kabul ediliyor).
-Kısa vadeli düşünüp, uzağı görememek-Alınganlık ve pasif direnç duygusuyla yaşamak
-Motivasyon yetersizliği
-Başarısızlık korkusu
-Standart ve kriter algısının olmaması
-Öğrenilmiş çaresizlik duygusu
-Hedefin gerektirdiği asgari yeterliliklere sahip olmamak,
-Zaman kullanma bilincinin olmayışı
-Yanlış yorumlanmış kadercilik anlayışı
-Açık değil, imalı iletişim kültürüne sahip olmak
-Sert gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmak

Kanser gibi meretKurtuluş yok mu yahu bu halden?

Varr... Öncelikle atalet içinde olduğunun farkındalığı gerekiyor. Hah, bu arada ataletli insanlar da ikiye ayrılıyor... Birr; irade ve motivasyon zayıflığı nedeniyle hedeflerinin gereklerini yerine getiremedikleri için harekete geçemeyenler, ikii; aşırı iş yükü altında boğuşmaktan, önemli işlere öncelik veremeyenler yani kişisel organizasyon sistemleri yetersiz olanlar.

İlk gruptakiler, tembel ve iradesiz, ikinci gruptakiler gayretli ama metodsuz. Bütünde al birini vur ötekine... Yani, bu durum hayata taşındığında eşitler.Atalet denen şey iki aşamada gelişiyor haberiniz olsun;

-Çevredeki değişiklikleri ve yapılması gerekenleri görememek, bir tür körlük
-Yapılması gerekenleri gördüğü halde, hiçbir şey yapmamak, ihmal etmek, üşenmek, ertelemek ve eyleme geçmemek.

Tıpkı kanser gibi aşamalı bir tehlike meret. Niye biliyor musunuz? Çünkü şok değişimlere karşı kişi, kurum ya da toplumlar reflekslerini kullanarak harekete geçebilirler. Oysa kademeli oluşan değişimleri bünye tam algılayamaz. Fatura kabarık.

Kurtulmak için ipuçları:
-Üşenmemek, ertelememek, vazgeçmemek
-Umutları yüksek, sabit giderleri düşük tutmak
-Geniş düşünüp, dar başlayıp, çabuk bitirmek
-Her alanda bir şeyler öğrenirken, bir alanda herşeyi öğrenmek.Bugün yapacaklarınızın gelecekteki sonuçlarını düşünmek
-Başınıza gelen olaylardan çok, o olaylara verdiğiniz anlamların atalete sürüklediğini bilip, size olanlardan çok, sizin nasıl biri olduğunuzu farketmek
-Eyleme geçmek için mükemmelleşmeyi beklemek yerine, küçük işlerde kervanı yolda düzeltecek şekilde hareket etmek.Haydi bakalım...

Bugün haftabaşı, var mısınız bu illetle savaşmak için kolları sıvamaya. Bakmayın öyle bireysel sorun gibi göründüğüne, çoğunluğu etkisine alınca toplumsal ataletin faturası fena kabarıyor. Bedelini de yine dönüp, dolaşıp bizler ödüyoruz...

Yazan: İdil Çeliker

Thursday, September 08, 2005

Dedetepe Çiftliği`nin öyküsü

Arazi arama fikri aniden gelişti, bir gün İstanbul’da, boğazı seyrederken Erkan’a bir arazi almamızın çok hoş olacağından söz ettim. Bir hafta içinde Erkan arazi bakmak amacıyla Edremit civarına bir seyahat düzenlemişti bile. Erkan bu bölgeyi ailesi ile olan bağlantısından dolayı seçmişti. Annenannesi bu bölgede doğup evlenene kadar bu bölgede yaşamıştı. Benim, Türkiye ile ilgili çok fazla bilgim olmadığı için Erkan’ın bölge seçimi konusunda söyleyecek bir şeyim yoktu. Arazi seçimi gayet basit bir işlemdi. Bir araziye baktık ve hislerimiz burasının doğru yer olmadığını söyledi, ikinci baktığımız arazide ise tam tersi olarak tüm hislerimiz buranın doğru yer olduğunu söylüyordu ve karar verildi.

O anda batan güneş ve aynı anda doğan dolunay da sanki bu kararımızı destekler gibiydiler. Şu andan o ana bakınca ne kadar şanslı olduğumuzu anlıyorum, şimdi arazideki yaşama tecrübemle söyleyebiliyorum ki gerçekten çok şanslıymışız, kaderimiz ve içten olmamız bizi kurtardı. O kadar çok şey ters gidebilirdi ki.. Yakınımızda bulunan dereyi ilk başlarda güzel görüntüsü ve bize eğlence kaynağı olarak görüyorduk. Ama zaman içinde fark ettik ki bu dere bizim en önemli yaşam kaynağımız. Aldığımız arazi en yakındaki köy evinden bile kilometrelerce uzaktı ve tabii ki ne suyumuz ne de elektriğimiz vardı. Bu dere bize sonsuz bir su kaynağı oldu. Bulunduğumuz bölge rüzgârlı bir bölge... Rüzgâr benim daha önce sevmediğim bir elementti. Londra’da senelerce rüzgâra karşı bisiklet kullanmak beni doğanın bu gücüne karşı bayağı soğutmuştu. Ama bu rüzgâr vasıtasıyla, ufak bir rüzgâr jeneratörü ile sürdürülebilir bir elektrik kaynağımız oldu. Arazideki hayatımız çok basit ve fazla bir ihtiyacımız olmuyor, rüzgâr sayesinde geceleri okumamıza yetecek kadar ışık sağlamış oluyoruz. Arazimizi ve çevreyi keşfetmemiz hayli zamanımızı aldı. Her gün yeni bir şey öğreniyoruz, kuşların, bitkilerin, çevrenin zenginliği inanılmaz. Araziyi aldığımızda yakınımızdaki derede eski bir asma köprü olduğunu ve derenin bazı yerlerinin yüzebilecek kadar derin olduğunu biliyorduk ve burayı neredeyse her gün ziyaret ediyorduk. Ama bize sadece on dakika uzaklıkta bir şelale olduğunu ve yazın burada çay ve gözleme satıldığını keşfetmemiz iki ayımızı aldı! Bu bizim için büyük bir keşifti. Fark ettim ki insanlar (çoğunlukla) sosyal yaratıklar, şehir yaşamımızda arkadaşlarımızı istediğimiz zaman görebilme şansımız olduğunu unutuyoruz ve bunun değerini bilmiyoruz. Tabii ki arazimizde doğanın sakinliğini ve sessizliğini yaşarken aynı zamanda on dakika uzaklıkta sosyalleşebileceğimiz bir ortam olması gerçekten güzel bir sürpriz oldu bizim için.

Türkiye’nin batı kıyı şeridinde olan bölgemiz yazın şehirlerin sıcağından kaçanlar için bir turist cenneti. Bunun hem avantajları hem de dezavantajları var. Avantajlı olan kısmı daha önce söz ettiğim sosyal kısmı, etraftaki kafeler, restoranlar, köy pazarları insanlarla doluyor bu dönemde. Ama aynı zamanda bu kadar insanın kısa bir süre içerisinde bu bölgeye akın etmesi, bölgenin kendi imkânları ile başa çıkamayacağı bir çöp kirliliği yaratıyor. Birçok insan dere kenarında ve sahilde piknik yaptıktan sonra çöplerini orada bırakıyor. Bu çöpleri toplayan yerel insanlar bunları ya gömüyorlar ya da dere kenarına görünmeyecek bir yere atıyorlar ve bunların kışın dere tarafından alınıp götürülmesini umuyorlar. Geri-dönüşüm kumbaraları büyük şehirlerde çoğalmaya başladı ama bizimki gibi bölgelerde ve süpermarketlerin park yerlerinde de olması gerekiyor ki verimli olsun. Ve özellikle çöplerin sorumlu olarak ayırılması konusunda önemli bir eğitim eksikliği var. Çevremizdeki doğal toprak yollarda kola kutuları, plastik su şişelerini özellikle de derede yüzen sigara izmaritlerini görmek beni gerçekten çok üzüyor. Bir başka olumlu nokta ise etrafımızdaki köylülerin turizm sayesinde dışardan gelen bu insanlara hatta yabancılara bile alışmış olmaları... Onlar çok sakin ve misafirperver insanlar. Bize köylülerin gösterdiği ilgi, destek ve cömertlik bizim burda mutlu olmamızın en önemli sebebi. Bizi gerçekten kendilerinden biri olarak kabul ettiler ve inanılmaz destekliyorlar. Özellikle araziyi aldığımız aile ile çok yakın arkadaş olduk ve her şeyimizi paylaşıyoruz onlarla. Onlar bize zeytin konusunda bildikleri her şeyi öğretti, biz de ekolojik yaşam ile ilgili bildiğimiz her şeyi onlarla paylaştık ve iki taraf da inanılmaz güzel şeyler öğrendi. Daha önce söylediğim gibi bu bölgeye taşınmamız konusunda içten olmamız bizim en büyük şansımız oldu. Kafamızda bu yaşamla ilgili çok fazla düşünecek, mükemmel hayaller kuracak zamanımız olmadığı için hayal kırıklıkları da yaşamadık. Şansımızın da yaver gitmesi bunun bizim kaderimizde olduğunu ve içten gelen sesleri dinleyerek en doğruyu yaptığımızı hissediyorum. Amacımız (bölgedeki başkalarının da) bu bölgede ekolojik yaşam ağı kurmak ve bu sayede ekolojik yaşam ile ilgili daha fazla farkındalık yaratıp, Çanakkale’den Ayvalık’a kadar olan bu güzel kıyı şeridinin yanlış gelişim ve turist akını yüzünden çürümesini önlemek.

http://www.bugday.org

Monday, August 15, 2005

ORADA BİR KÖY VAR...

Doğayla içiçe, bir o kadar da konforlu bir tatile ne dersiniz? Eğer cevabınız olumluysa, müjdeyi verelim; Orda bir ekolojik köy var, hem de uzakta değil, çok yakında... Yalova’nın Armutlu ilçesine bağlı Mecidiye köyünde. Eskiden ormancılıkla geçinen bu köyün ekolojik tarıma yönelmesine öncülük eden kişi ise BÜ Sosyoloji mezunu Tülay Andiç’87. Andiç, ayrıca açtığı Thuya Ekopansiyon’da, misafirlerine yumurtayı kümesten, domatesi bahçeden toplayacakları bir tatil imkanı da sunuyor.

- Doğayla içiçe yaşama fikri nereden aklınıza geldi?
Ben, 1987 sosyoloji mezunuyum. Sosyolojiye Almanya’dan transferle geldim. Belli yerlerde çalıştım. Yüksek lisans yaptım sonra doktora yapmaya karar verdim ama tez aşamasında kaldı. Henüz bitirmedim. Kızımın doğmasıyla birlikte homeopatiyle ilgilenmeye başladım, kızım dağlarda doğada büyüsün istedim. Böyle olunca doğayla iç içe olabilecek yerler aramaya başladım.


- Yani buraya geliş maceranıza kızınız sebep olmuş,
Evet, ilk baktığım yer Edremit’ti, olmadı. Sonra bir gün yakın bir arkadaşım “Armutlu’da ucuz arsalar var, gel gidip bakalım” dedi. 1994 yılı 17 Mayıs günü arsa bakmak için Armutlu’ya geldik. Bazı şeyler tesadüf değil diye düşünürüm. Birkaç arazi gösterdiler. Şu anda üzerinde bulunduğumuz araziyi beğendim ve satın aldım. O zamanki tüm birikimimi buraya harcadım. Hiç param kalmadı ama oradan borç, buradan katkı derken 1995 yılında evi imar ettim. Ama mimarla bir anlaşmazlıktan dolayı ev çok büyük oldu. Hatta mimara bu ev ilk şekillendiğinde “bu ne böyle, otel gibi olmuş” dedim.

- Peki şu anda yaptığınız ekolojik tarım ve turizm işine nasıl girdiniz?
Büyüklüğünden rahatsız olduğum evin faklı olarak işe yarayacağı kanaati oluştu bende ve burayı pansiyon yapmayı düşündüm. Bu düşüncemin hayata geçmesinde Yalova Turizm Müdürü’nün desteği çok önemli oldu. Pansiyon için ruhsat işlerine girince ufak ufak devlet erkanı ile tanışmalar başladı. O zamana kadar kimse benim varlığımdan haberdar değildi. Köylüyle 10 yılı aşkın bir süredir haşır neşirim. Devlet yetkilileriyle yaptığım görüşmelerde devletin ormancılıkla geçinen köyün geçim kaynağını değiştirme fikrinde olduğunu öğrendim. Ben de ekolojik tarımın bu iş için uygun olduğunu düşünerek yola çıktım. Zaten ben 1996 yılından beri bu arazide ekolojik sebzecilik ve meyvecilik yapıyorum. Kendi çalışma alanımı da ekolojik tarım ve turizm olarak belirledim.

- Projeyi hayata geçirmek için neler yaptınız?İlçe Tarım Müdürlüğüne gittim. “Köylerin geçimi için alternatif proje arıyormuşsunuz, benim bir projem var” dedim. “Uzun süredir bu köydeyim, ekolojik tarımla uğraşıyorum ve köylüyü yakından tanıyorum. Bu proje başarıya ulaşır” diye anlattım. İlçe Tarım Müdürlüğüyse bu projenin köylüler tarafından benimsenmeyeceğini savundu. Bu olumsuz görüş beni yıldırmadı ve projeyi valiliğe götürdüm. “Ben vatandaş Tülay, sosyolog, Armutlu Mecidiye köyde böyle bir proje yapmak istiyorum ama İlçe Tarım Müdürlüğünden istediğim desteği alamıyorum” dedim. Vali ilgilendi ve projeyi destekleyeceğini söyledi. Böylece proje resmi kurumların da gündemine girmiş oldu.

- Devlet projeye dahil olduktan sonra ne gibi destekler aldınız veya alacaksınız?
Devlet bu proje kapsamında su ihtiyacının sorunsuz karşılanması için çalışma yapacak. Toplu ekolojik tarım sertifikasyonları yaparak köylünün sertifikasyon giderini azaltacak ve ekolojik tarım için köylüye düşük faizli kredi verilmesini sağlayacak. En önemlisi de damla sulama için çalışma yapılacak, killi toprakta salma sulama yapan bir köylümüz var maalesef...

- Belli ki bu iş, projenin birçok alanla ilgisinden dolayı çok yönlü bir iş olacak. Peki, nasıl koordine edilecek?
Projenin en önemli özelliklerinden biri, projenin sivil inisiyatifin başlattığı ve devletin sahip çıktığı bir proje olmasıdır. Sizin de söylediğiniz gibi proje çok yönlü. Bundan dolayı turizm, çevre, orman, köy işleri, tarım müdürlükleri ve ilgili kurumlarla sivil inisiyatifin temsil edildiği bir üst komisyon kurulması çok önemliydi. Birçok birimin içinde olduğu bir komisyon olmalı ki proje parçalanmasın. İyi bir koordinasyon ve takiple başarıya ulaşsın.

- Bu dönüşümün sağlanması için köylünün de desteği gerekiyor.
Onların katılımı ve ilgisi nasıl? Bu proje için pilot bölge seçilmiş üç köyümüz var. Halimiye, Selimiye, Mecidiye. Bu köylerde toplam 150 hane var ve başlangıç olarak Mecidiye’de 50 hane, diğer köylerdeyse neredeyse tamamı bu işe gönüllü.

- Köylünün desteğini nasıl sağladınız?
Köylüyle çok uzun yıllardır iç içe olmam, onları iyi tanımam çok önemli oldu. Bence her proje hazırlanırken içinde mutlaka bir toplumbilimci olmalıdır. Bunun yanında ürettikleri ürünlerin kıymetini daha iyi anlayabilmeleri için CityFarm’dan bir yetkili getirerek ekolojik ürünler, satış değerleri ve pazar hakkında bilgi verdik. Ekolife ile bağlantı kurdum, sertifikasyon sürecine giriyor olduğumuz için, “her şeyinizi alırız” dediler. Ayrıca Marmara Birlik’le de bağlantı sağlandı. Bunlar ikna edici etkiler olmakla birlikte, yine de köylü boş bırakılmamalı.

- Sizin kendi adınıza yaptığınız iş iki bacaklı; turizm ve ekolojik tarım. Tam olarak ne yaptığınızdan biraz bahseder misiniz?
Burası, 12 sabit yatak, 3 küçük oda, 1 büyük oda, 1 orta boy odadan oluşan küçük bir pansiyon. Ayrıca arazide konaklamak isteyenlere de hizmet verebiliyoruz. Burada doğayla baş başa bir yaşam tarzı ve yemeklerde mümkün olan her şeyin ekolojik olduğu öğünler sunuyoruz. Bunun dışında yemek hazırlamak, bahçeden ürün toplamak, salça ve benzeri ürünleri yapmak, resim ve fotoğraf atölyesi, binicilik, meditasyon, yoga gibi etkinliklerimiz var. Ekoçiftliğimiz grup çalışmaları ve seminerler için de çok uygun. Aslında tam bir butik otel. Ev ürünleri üretimindeyse köylüyle paslaşacağız. Aslında süreç içinde herkes hangi ekonomik faaliyette olursa olsun, birbiriyle paslaşacak hale gelecek. Bu bölge ekolojik havza ilan edildi. Yalova da pilot bölge. Bu çok önemli bir gelişme, inşallah çalışmayı doğal park hedefine de ulaştırırız, çünkü benim gönlümde yatan nihai hedef bu.

- Bu tür projeler uluslararası kuruluşlar tarafından destekleniyor mu?
Ekoturizm, organik tarım yeni bir konsept ve giderek konvansiyonel turizmin geçeğini öngördüğüm bir konsept. Çevreyi, insanı, kültürü ve doğayı denge içinde gözeten bir turizm anlayışının gerçek turizm olduğunu söyleyebiliriz. Öne çıkan en önemli özelliğiyse, yerel halkın tali hizmetlerde değil, gerçek manada ekonomik katılım içinde olması. Dünyanın başka bölgelerinde de uygulanan bu konsept, BM ile diğer kalkınma ve çevre örgütleri tarafından da destek görüyor.

Kaynak: BÜMED

Thursday, August 11, 2005

Meksikalı Balıkçı

Amerikalı zengin işadamı, bir iş seyahati sırasında küçük bir Meksika kıyı kasabasına uğrar. Limanda gezerken, ağzına kadar balık dolu küçük bir teknenin içinde oturan bir balıkçı dikkatini çeker. Merakla yanına yaklaşır ve sorar,
- “Merhaba, bu balıkları yakalamak ne kadar zamanını aldı ?
” balıkçı, tümünü bir-iki saate yakaladığını söyler. İşadamı bu kez, niçin daha uzunsüre kalıp daha fazla balık yakalamadığını sorar. balıkçı, ailesinin geçimi için bu kadarının yettiğini söyler. Amerikalı işadamı merakla balıkçıya kalan zamanını nasıl geçirdiğini sorar.
Balıkçı anlatır...,
- “Geç vakit yatarım, sabah birazcık balık yakalarım. Sonra çocuklarımla oynarım, öğlende de karım Maria ile biraz siesta yaparım. Akşamları, amigolarla beraber gitar çalıp şarap içeriz, eğleniriz. Dolu ve meşgul bir yaşantım var senyör.”
Amerikalı gerinerek,
- “Benim Harvard’dan MBA’m var ve sana yardım edebilirim. Balık tutmak için daha cok zaman ayırmalı ve daha büyük bir tekne ile çalışmalısın. Bu tekneden elde edeceğin gelirle daha büyük tekneler alırsın. Kısa sürede bir balıkçı filosuna sahip olursun. Böylelikle, yakaladığın balığı aracılara değil doğrudan doğruya işleme tesislerine satarsın. Hatta kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin. Balıkçılık sektöründe bir numara olursun.”
Ve Amerikalı devam eder,
- “Tabii bunları yapman için öncelikle bu küçük balıkçı kasabasını terk edip MexicoCity’ye, daha sonra Los Angeles’e ve ensonunda holdingini genişletebileceğin NewYork’a yerleşirsin.”
balıkçı düşünceli vaziyette sorar,
- “Peki senyör, bu anlattıklarınız ne kadar zaman alır ?”
Amerikali yanıtlar,
- “15-20 yıl kadar.”
- “Peki bundan sonra senyör?” diye sorar balıkçı.
Amerikalı güler,
- “Şimdi anlatacağım en iyi tarafi! Zamanı geldiğinde, şirketini halka açarsın ve şirketinin hisselerini iyi paraya satarsın! Kısa zamanda zengin olup milyonlar kazanırsın!”
- “Milyonlar?” der Meksikalı,
- “Eee... sonra senyör ?”
Amerikalı,
- “Ondan sonra emekli olursun. Geç vakitlerde yatabileceğin küçük bir balıkçı kasabasına yerleşirsin, istersen zevk için biraz balık tutarsın, çocuklarınla oynayacak, karınla siesta yapacak zamanın olur, akşamlarıda arkadaşlarınla şarap içip, gitar çalarsın. Nasıl, mükemmel değil mi?”