Monday, May 23, 2005

Sehirliye anlatmasi zor!

Havalarin sürekli kapali gittigi günlerdeydik. Kis bitmiyor, bahar bir türlü kendini göstermiyordu. Karamsarlik ve iç sikintisi sanki havayla birlikte insanlarin yüregine de çöküyordu.O gün ögleden sonra günes sicak yüzünü gösterir gibi oldu. Hastane ortamindan kaçma istegiyle, islerimi toparlayip yakinimizdaki parka yöneldim. Bos banklardan birine oturup koltugumun altindaki gazetenin sayfalarini çevirmeye basladim.Yaslica bir bey, izin isteyerek, bankin diger ucuna oturdu.Cebinden çikardigi ekmegi ufalayarak saga sola atmaya basladi. Serçelerin, coskuyla sunulan ekmegi ufalama çabalari o kadar güzeldi ki, ürkütmemek için kafami gazeteme gömdüm.Göz ucuyla da bakiyorum.Bir süre sonra adamin kuslara bir seyler söyledigini, daha dogrusu konusmaya çabaladigini fark edince ilgisiz kalamadim. Miril miril bir seyler anlatiyordu.Cebimdeki bisküvilerden birini ufalayip ben de kuslarin ziyafetine katkida bulunmak istedim.Adam, ellerimi tutarak engel oldu.

- Onlar sekerli bisküvi degil mi?

- Evet.

- Sekerli bisküvi verme kuslara!

- Niçin? Onlara zarar mi verir?

- Anlatmasi uzun sürer simdi. Kuslara iyilik yapmak istiyorsan,sekerli bisküvi verme o kadar... Sasirmistim. Sert, hatta biraz kaba bir üslupla söylenen bu sözler merakimi uyandirmisti.

- Minicik kuslara zararliysa, bizler de mi yemesek bu bisküvileri acaba? diyecek oldum. Bastan asagiya dikkatlice süzdükten sonra beni, dedi ki:

- Sehirde dogmus büyümüs birine benziyorsun. Sen yiyebilirsin.Sana zarar vermez! Çattik dedim içimden. Adam biraz kaçik diye düsünmeye baslamistim ki:

- Beyim dedi. Ben köyde büyüdüm. Sehirden hep uzak durdum. Ne zaman ki,torunum dünyaya geldi, onun hatirina kislari sehre, torunumun yanina gelmeye basladim. Ama sehirden nefret ediyorum. Alisamadim. Biraz günes çiktiginda hemen kendimi parka atiyorum. Su ileride, salincakta sallanan kirmizili kiz da benim torunum...

- Allah bagislasin. Kaç yasinda?

- Dört. Seneye yuvaya gidecek insallah. O zaman, ben de onun basini beklemekten kurtulup, kaçacagim bu sehirden...

- Nedir sizi bu kadar rahatsiz eden? Neden kaçiyorsunuz? Burada her sey var!

- Tam da bu yüzden kaçmak istiyorum ya! Su kuslara bir bak hele. Ekmek kirintilariyla karinlarini doyururlar. Onlara sekerli bisküvi verirsen,daha da severek yerler. Ne var ki, bisküvinin tadini alan kuslar kuru ekmege bakmamaya baslar. Sonra da aç kalirlar. Dahasi, sekerli bisküvi istahlarini açar. Doysalar bile, yemege devam ederler. Çatlayincaya kadar yerler. Iste o yüzden engel oldum onlara bisküvi vermene...

- Ben tam olarak anlayamadim sizi!

- Insanlar da böyle. Sehirde her seyden bol bol var. Sehre ve modern hayata alisan bu kuslar gibi oluyor. Ne yese doymuyor! Sehir bozuyor insanlari. Ben de bu sehir insanlari gibi olmadan bir önce köye dönmek istiyorum... Hiç sesimi çikarmadim.

- Bilir misin, diye sürdürdü konusmasini. Çiçege ihtiyacindan fazla su verirsen, boguldugunu anlamadan yasar ama yavas yavas kökleri çürür, sehir insanlari da böyle... Derin bir iç çekti. Cebinde kalan son ekmek kirintilarini da serptikten sonra ayaga kalkti, kaygili gözlere salincakta sallanan torununa bakti ve...

- Sehirliye anlatmasi zor! dedi. Sonra da yürüdü gitti...

No comments: