Tuesday, June 14, 2005

Emeklilik projesi

Belli bir yaşa gelip de iş hayatından bunalanlar, çocukları yuvadan uçmaya hazırlananların kendi aralarındaki başlıca sohbet konularından biri 'Şöyle küçük bir Ege ya da Akdeniz sahil kasabasına yerleşmek'tir herhalde. Küçük, müstakil evin bahçesinde yetiştirilecek mevye-sebzelerden hamak keyfine kadar konuşma uzayıp gider metropollerin trafiği, gürültüsü ve hareketliliğinden uzakta havası güzel bir kasabada yaşama hayalleri... İsmail Erkoca ile Nurten Değirmenci bu emeklilik projesini hayata geçiren çiftlerden. Ancak onların hikayesi biraz daha farklı. Bir buçuk yıl önce Yalıkavak'taki Sandıma Köyü'nde evlerinin önüne astıkları bayrakla kendi cumhuriyetlerini ilan ettiler. Üstelik yeni hayatlarını tarihi Yalıkavak'tan öncelere dayanan ve terk edilmiş eski bir yerleşim yeri olan köydeki ev kalıntısını restore edip bir yaşam mekanı haline getirdiler. İstanbul'daki yaşamlarını geride bırakan çift bunun kararını önceden vermiş ama Sandıma'lı olması tamamen tesadüf. Makine mühendisi İsmail Erkoca, yıllarca gemilerde çalışıp dünyayı dolaştı, tersanelerde çalıştı. Şimdi ise son durağı olan bu köyde heykeltıraş oldu. Çocukluğunda kardan heykeller yaparken koşulların onu farklı yönlere ittiğini söyleyen Erkoca kurallar ve kalıplar altında ezilmeye başladığını hissettiğinde doğup büyüdüğü kentten ayrılmaya karar verdi: 'Köydü, metropol oldu. İstanbul'un her türlü keşmekeşini de doğasını da yaşadım. Onun için bana 'Git' deyince ben de ayrıldım. Ama sembolünü bahçe girişine astık. Köylülerin hediyesi olan bir boyunduruk. İstanbul'da boyunduruk altındaydık dedik. Nasıl diye sorulunca, eğrisiyle doğrusuyla diye cevapladık. Bu yüzden boyunduruğun bir tarafında eğri, diğer tarafından düz ağaç var.'

DarWin evrim teorisini bozduk diye bize kızdı

20 yıl muhasebeci olarak çalışan Değirmenci ise mesleğine resim sayesinde devam edebildi. Şimdi ise sohbet ettiğimiz ve eskiden ahır olarak kullanılan oda onun atölyesi. Ama kendini sadece tuval, taş ve pencere kapaklarıyla sınırlı tutmuyor zira her türlü objeden evdeki çeşitli aksesuvarlara ve hatta köpekleri Sandi'ye kadar her şeyi boyuyor özgürce. Zaten iç mekan düzenlemesi ve buradaki yaşamlarına renk katmak onun sorumluluğunda. 1999'da Antalya'da başlayan seyahatleri onları Bodrum yarımadasına, buradan da methini duydukları Sandıma Köyü'ne getirdi. Eski evlerin satılık olduğunu öğrenince köy meydanındaki en büyük yapıya talip oldular. Önünde çeşme olmasının yanı sıra sanat atölyeleri için geniş mekanlara ihtiyaç duymaları yüzünden şimdiki yuvalarını seçtiler. 16 ay süren restorasyon sonrası kalıntılardan bir ev inşa ettiler birlikte. Erkoca bu hummalı çalışma yüzünden Darwin ile aralarının bozulduğunu söylüyor. 'Şubat ayında karşımıza ilk çıkan, göbeği pembemsi geniş yapraklı bir papatyaydı. 'Ne işin var burada? Üşürsün burada, bizim bahçeye gel' dedik. Ve ondan sonra karşımıza çıkan tüm çiçeklerle sözleşme yaptık. Her türlü işi ikimiz yaptık. Altı ay sonra maymun gibi uzadı kollarımız, bir yıl sonraysa şempanze gibi olduk. Böyle olunca Darwin ile aramız bozuldu. 'Sizin yüzünüzden teorim altüst oldu. Ben maymundan insana evrimleştirmiştim' diye kızdı bize.'

Çiftin yabani hayvanların yanı sıra yerli, yabancı pek çok misafiri oluyor. Erkoca bazı turistlerin 'Kilise var mı köyde' sorusuna verdiği 'Seneye gelin sizin için bir tane inşa edeceğim' cevabından yola çıkarak bir proje geliştirdi: 'Aklıma Beş Pencereler diye bir konu geldi. Beş din seçtim: Müslümanlık, Hıristiyanlık, Musevilik ve Budizm. Beşincisi ise küçücük bir nokta. Pencereleri açınca karşınıza o dinlerle ilgili semboller çıkıyor. Sonuncusunda ise yine bir nokta ama boşluk var. Kapağın arkasında ise dünya, ay ve soru işareti var. Herkes bunu kendine göre yorumlayabilir. Açık kapı nereye giderseniz gidin.'

Burada siyah beyaza yer yok

Bir labirenti andıran evin üç avlusu var. Bahçe girişinde Art Cafe ve Sandıma yazılı bir kapı karşılıyor sizi. Derken kafenin olduğu bölüme geliyorsunuz. İlk bina Değirmenci'nin resimlerini yaptığı atölye. Yandaki Beş Pencereler'in bulunduğu bir geçitle iç avluya geliyorsunuz. Bir tarafta köpeklerin odası, diğer tarafta ise sergi salonu var. Burada Değirmenci'nin resimleriyle Erkoca'nın heykelleri sergileniyor. Değirmenci'nin elinin değdiği yerlerde siyah-beyaz yok. Onun renklerle hayat verdiği her objenin ve mekanın hikayesini masalsı bir dille anlatmak ise Erkoca'ya düşüyor. Mutfağın yanından merdivenlerle yukarı çıkıyoruz. Burası şark köşesi. Duvarlarda Değirmenci'nin Anadolu'nun çeşitli illerinde kadınların başörtü bağlama modellerini resmettiği tablolar asılı. Tuvalette bile her şey giydirilmiş, süslenmiş adeta. Yandaki odadan ise bir başka bahçeye geçiliyor. Küçük merdivenlernle çıkılıan damın bir köşesinde sandalyeler var. Burada bir şeyler içip Yalıkavak'ın meşhur günbatımını izleyebiliyorsunuz.

Sandima mı Sanrima mı?

İsmail Erkoca köyü terk etmeyen 78 yaşındaki çoban Osman'ın anlattıklarını misafirleriyle sohbetleri ve araştırmalarıyla köy hakkında topladığı bilgileri bizimle paylaşıyor: '1965'te köy sakinleri aşağıya yani merkeze inmiş. Başka bir rivayete göreyse köy halkı veba salgını nedeniyle göç etmiş. 1800'lere kadar gidildiğinde buradaki mezarlardan nüfusun ağırlıklı olarak Müslümanlardan oluştuğu söylenebilir.
15'inci Şeyhülislam burada doğmuş. Aşağıdaki sarnıcı annesinin ölümünün ardından yaptırtmış. Türk Müslüman köyünde Rumlar da yaşıyormuş. Zaten buradaki taş evler onların eseri. Ahırlı, iki katlı, duvara gömme banyolu ve şömine-ocaklı evler yaşam şekilleri nedeniyle de Türk mimarisini anımsatıyor. Sandıma'nın ne anlama geldiğine gelince... Sandima Yunanca güzel bir yer demekmiş. Musevi bir misafirim ise orijinalinin Sanrima olduğunu, bu kelimenin de İbranice kutsal köy anlamına geldiğini söyledi. Köyde anlatılan bir hikayeye göre burayı soymaya gelen korsanlardan biri umduğunu bulamayınca 'Bende bir şey sandım ama' deyince adı sandım-a kalmış.

No comments: